GenelGündemTarih

Mısırda Neler Oldu ? Libyada Neler Oluyor ? Başka Neler Olacak ?

Öncelikle belirtelim ki yazımızın başlığında ortaya attığımız üç sorunun kesin cevabını vermeye ilmimiz yeterli değildir. Bu sorulara cevap verebilecek ilmi donanıma sahip insanlar da tam olarak olay budur diyemezler. Ancak bu soruları tartışmaya ve günümüz güç dengeleri çerçevesinde neler olup bittiğini anlamaya çalışacağız.

Batı Dışı Topraklarda Bu Günlerde Neler Oluyor ?

Batı dışı toprak kavramı, Çin ve Uzak Doğu ayrılırsa büyük ölçüde müslüman dünyayı kapsamaktadır. Müslümanlar yayılışın ilk yüzyılında, tüm dünyayı etkisi altına almış bir medeniyet ve İspanya’ya kadar ilerleyebilme kabiliyetine sahip bir askeri güç ile kendilerini gösterdiler. Bu güç uzun süre var olmasına rağmen, dinin ışığından kaynağını aldığı için, bu ışık siyasi sebeplerle parçalanıp dağıldıkça eski yoğunluğunu yitirmiş oldu. Yine de tüm dünyadaki islam güçleri doğudan batıya varlığını sürdürdü. İlk binyılda çeşitli bölgelerde bu ışık tekrar yoğunlaşarak güç topladı. Ancak bu güçler bölgesel olarak varlık gösterebildiler. Hristiyan dünyası da islamın bu gücü sayesinde örgütlü hareketlere girişmek zorunda kaldılar. Haçlı seferleri bu düşüncenin meyvesiydi. Parçalı da olsa büyük bir güç olan İslam coğrafyası kendisi de parçalı olan batı dünyasını tedirgin ediyordu. 11. yüzyılın sonlarına doğru yapılan haçlı seferlerinin görünürdeki hedefi kutsal toprakları ele geçirmek olsa da iktisadi çıkarlar ve yolların ele geçirilmesi asıl hedeflerdi. Bu seferler sadece İslam coğrafyasına değil, İstanbul da dahil katolik olmayan bölgelere de düzenlenmişti. 1270’e kadar süren bu seferler boyunca insan kanı dereler gibi aktı. Ölenler Hristiyan da olsa Müslüman da olsa insandı. Hepsinin kanı kırmızı akıyordu. Bu kitlesel ölümlerin sebebi ve kaynağı ise o zamanlar batı dünyasında kesin hakimiyet kurmuş olan kilise idi. Katolik kilisesi gücünü ve statüsünü korumak için, düşman gördüğü dinden insanların ölümüne sebep olmak bir yana kendi insanlarını da ateşe atmaktan çekinmiyordu. Çünkü egemendi ve bu egemenliği baki kılmak istiyordu. Bilindiği gibi bu seferlerde kültürel ve teknik alışveriş de yaşandı ancak, bunlar birer ittifak ya da medeniyet kardeşliği seferleri değil ölüm seferlerdi, akın akın insan geliyor, akın akın insan ölüyordu. Müslümanlar seferde olduklarından daha imanlı bir şekilde savunmada duruyorlar ve toprakları için kanlarını akıtmaktan da çekinmiyorlardı. Karşılarında zamanın en birleşik ve sistemli İslam Devleti Selçukilerin olması sefere gelenlerin işini bir kat daha zorlaştırıyordu. Bartumuş, kağıtmış, alış verişmiş, bu seferler sırasında yapılan en büyük alışveriş, kan ve kemik alışverişiydi.
Lafı uzatmayalım. gel zaman git zaman güç dengeleri değişti. Bu arada başka süper güçler doğdu. Bozkır imparatoru Cengiz Han batı dışı toprakların bir çocuğu olarak, yine batı dışı topraklarda üretilmiş, ilmi, fikri, mimari ne varsa yok edip, üstüne de sayısız insanın ölümüne sebep olarak adını dünya tarihine yazdırdı. Torunları da O’nun izinden gittiler. Selçukiler de Moğol akınlarının da tesiri ile güç kaybetti. Bu ara dönemi, Türkiye Selçukluları ve ardından gelen beylikler devrini çoğumuz lise tarih kitaplarından biliriz. Buraları da hızlı geçelim. İslam coğrafyasında yeni bir parlama oldu. Kurulduğu ilk günden itibaren gaza ve cihad aşkı ile hareket eden Osmanoğulları beyliği kısa sürede büyüdü. Karışık Balkan Coğrafyasına bir nizam getirdiler. Anadolu da bütünlüğü sağladılar. Batı da ilerleme doğuya nazaran daha hızlı oldu. Batı dünyası tekrar tedirgindi. Batı dışı toprakların çocukları onları yine tehdit ediyordu. ( Bu noktada Osmanlı’nın yaptığı seferlere de insan ölümüne sebep olduğu için karşı çıkıp, batının yaptığı seferler ile bir tutanlar olacaktır. Gaza, cihad, sefer konuları ayrıca tartışılabilecek konulardır. Bununla birlikte şahsi kanaat olarak, Moğolların ya da Haçlıların seferleri ile Osmanlı seferlerinin bir tutulmaması gerektiğini düşünmekteyiz. Osmanlı’nın gazaları belli bir ilahi nizam çerçevesinde ve İslam dininin öğütlediği biçimde en az insanın ölümüne ve en az silahsız halkın zarar görmesine yol açacak biçimde yapılıyordu.)
1453 yılına gelindiğinde, batı dışı topraklarda 21 yaşında bir hükümdar, dünyanın merkezini, hristiyan aleminin göz bebeğini, Aya Sofya’nın ev sahibini, İstanbul’u fethediyordu. Osmanlı dünyanın süper gücüydü. klasik çağın bitimine kadar batıda Viyana kapılarına ilerlenmişti. Doğu’da eyalet nizamı düzgün işliyordu. Balkanlarda sevgi ve hoşgörü ortamı kurulmuştu. Zaten gazanın felsefesinde, maddi fetihten önce, manevi fetih hareketleri ile gönüllerin alınması vardı ki, büyük ölçüde başarılı olmuş bir düşünce idi. Müslümanlar, o zaman bir arada yaşamasını biliyorlardı. Çok kültürlülük Türk İmparatorluğu’nun en güzel yanıyken, merkezi devletten ise asla taviz verilmiyordu. İnsanlar önce kendi vicdanlarına karşı sorumlulardı. Biliniyordu ki kendi vicdanını kandırabilen insan herkesi kandırabilir, kendi nefsini öldüremeyen insan, diğer insanlarla olan hukukuna ölümcül yaralar açabilirdi.
Klasik çağın bitimi ve tarih kitaplarında duraklama dönemi olarak bilinen dönem sadece Osmanlı’nın iç dinamiklerine göre değerlendirilmemelidir. Batıda bir kaç yüzyıl öncesine dayanan merkantilizm zenginlik sağlamıştı. Merkezi devletler güçlenmişti. Güçlenen devletler donanmalar kurmuşlardı. Bu donanmalar yeni ülkeler keşfetmiş ve bu ülkeler sömürülmeye başlanmıştı. Kölelik adeta yeniden doğmuş, keşfettikleri toprakların madenlerini ve zenginliklerini ülkelerine getirmekle yetinmeyen batılılar, insanlarını da köle olarak almışlardı.
İnsanlar hızla ölmeye devam ediyorlardı. Kendi medeniyetleri içinde çoğunlukla silahsız insanlar katlediyorlardı. Batı silaha sahip olduğu gibi, fikri enstrümanlara da sahipti. Bu enstrümanlar onların en büyük silahlarıydı. Mesela hala sağa sola sıkılan en hızlı ve etkili kurşun olan “özgürlük”. O dönemde de acımasızca kullanıldı. Misyonerlik, herşeyden habersiz, cehennemlik! insanları hristiyanlığa davet edip cennetten yer ayrıma sanatı haline gelmişti. İnsanlar köleleştirildikleri gibi, köle yapılamayanlar ya da onların gelecek nesilleri de geleneklerindne koparıldılar. Adetler, örfler değiştirildi. Lisanları değiştirildi. Koskoca Hindistan’da “Hinglish” diye bir dil meydana çıktı. İngiliz sömürgesinden dolayı ana dili ingilizce olmuş Hindistanlılar bu dili konuşuyorlardı.
Bu arada milyonlarca insan ölmeye devam ediyordu.

Batı üretim yapmaya başlarken, ürettikleri malları da işte bu sömürgelere satmayı hedefliyordu. Gelenekler ve tüketim anlayışları da düşünlmeden değiştirildi. Hedeflere ulaşıldı. Gün geldi, buralarda fiilen bulunmanın maliyeti bu sattıkları malların ve çaldıklarının getirisini geçmeye başladı. İşte o zaman da yerlerine güvendikleri ama oranın yerli halkından olan yöneticiler getirildi. Çoğumuzun özgürlük kahramanı olark bildiği Mandela da bunlardan biriydi. Bu sömürgelerin adı eski sömürge olmuştu ama eskisinden daha fazla ve etkin biçimde sömürülmeye devam ediyorlardı. Yeni gelen yöneticiler bir kaç yıl içinde diktatörleşmiş, batılı ülkelerin desteğiyle kendi halklarını öldürmeye başlamışlardı. Ya düzene itaat ya da ölüm, halkın seçenekleriydi. Fas, Tunus, Cezayir, Libya, Mısır, Arabistan, Afganistan ve sayamadığımız daha niceleri, yıllarca en kanlı savaşları yaşamış, direnişler göstermiş ve batı ülkelerini usandırmışlardı. Kendi içlerinden çıkan diktatörlerle ise buraların halkının son güçleri de kırılmıştı. Görünüşteki yönetimler kendi ellerinde, ama ülkelerindeki tüm iç dinamikler batının kontrolündeydi. En güzel örneklerden biri Afganistan’dır. Afganistan Sovyetlerle savaşırken, ABD Afganistan’a silah ve mhimmat yardımı yapmış hatta El Kaide’yi de o günlerde yaratmıştı. Daha sonra kendi yarattığı canavarı alt etmek için yine Afganistan ile savaşmaya başladı. Yani kaybeden dün de bugün de yaralı, aç, fakir Afgan halkıydı. Yarın da değişen bir şey olmayacak. Neden olmayacak ? Çünkü geçtiğimi gnlerde Mısır’da Tunus’ta ve bugünlerde Libya’da aynı şeyi görüyoruz. Batı adeta son kullanma tarihleri gelmiş gibi, iyi geçindiği, kimisiyle iyi geçinmese de en azından asgari sorun yaşadığı diktatörleri bir bir yerinden edip yerlerine, daha rahat ve hızlı bir şekilde kullanabilecekleri ve milli ideallerden mümkün olduğunca uzak tutabilecekleri yönetimler getirmeye başladı. Çünkü geçmişte Nâsır’dan dili yanmıştı. Hem kendi güvenliğini hem de bölgenin şımarık çocuğu İsrail’in güvenliğini tehlikeye atamazdı. Yapılanlar halk darbesi gibi gösterilip halkın da birikmiş enerjisi alınırken, hem milli menfaatlerin yararına olabilecek bir ayaklanma önleniyor hem de istenilen düzen rahatça kuruluyor. Aslında Türkiye’de buna uzak değil. 80 dönemine kadar Türk gençleri derin çatışmaların içinde samimi duygular ile mücadele ederken, Türkiye az geliştirilmeye hazırlanıyordu.

Toparlayacak olursak, bu bölgelerdeki yer altı ve yer üstü zenginlikler, dini inanç birliği ve bu birlikten doğacak güç, eskimiş batının çok korktuğu dinamikler. Bu coğrafyanın dışında, Çin, Hindistan ve Orta Asya coğrafyası da güçlenip büyümekte. Batı da, şu an gücü ve dolayısıyla parayı elinde bulundurduğu için elinden ne kadar gelirse o kadar, bu dinamikleri baskı altında tutmaya çalışacaktır. Dün olduğu gibi, fakir ve çoğunlukla müslüman halk bugün de ölmeye devam ediyor. Afganistan’da 1 milyona yakın, Irak’ta 1.5 milyon insan kendilerini savunma şansı bile olmadan öldürüldü. Afrika yıllar önce aynı muameleye maruz bırakılmış, ara süreçte iç çatışmalar sürdü. Şimdi yine dışarıdan eller dinamikleri değiştirip yeni çatışma ortamları yaratıyorlar.

Moritanya’dan Umman’a, Tunus’tan Güney Afrika’ya kadar tüm Afrika’da, ve İslam coğrafyasının çok büyük bir bölümünde tek bir ulusal ve milli menfaatleri gözeten, tam bağımsızlıktan yana yönetim yok, batı da olmaması için elinden geldiği kadar gücünün yettiği kadar uğraşacak. Bu sürede yine insanlar ölecek, ancak bu ne kadar sürecek bilinmez. Batı son kurşunlarını atıyor ve yeni şarjör bulacağı kapılar da azalıyor. Çin ve Rusya güçleniyor ama onların da geçmişi temiz değil. İnsan öldürme hususunda batı’dan aşağı kalır yanları yok. Umut dün olduğu gibi İslam coğrafyasında ancak İslam coğrafyası da Afrika gibi yıllarca geri bıraktırıldı ve kolu kanadı kırıldı. Güç dengeleri değişecek ama nasıl ve ne yönde kestirmesi çok zor.  Bu coğrafya geçmişte büyük işler başarıp düvel-i muazzama’ya boyun eğdirirken, bugün de bunu yapacak güce sahip. Ancak bu güç de topraklarımızdaki petrol gibi, çok derinlerde ve dağınık. Bu güç, toplanıp ortaya çıkacak ancak biz görür müyüz işte bu büyük ve bir o kadar da heyecan verici bir soru.

İlgili Makaleler

3 Yorum

  1. Gerçekleri bire bir yazmışsın. Hem geçmişten örneklerle bilgilendirdiğin hem kendi yorumunu ve görüşünü kattığı metni bir nefeste okudum. Bu konu hakkında kitap yazmanı öneririm. anlatımın ve metnin çoz düzgün ve güzel tebrikler.

  2. Merhabalar Selçuk Bey, Güzel yorumunuz ve sitemizi takip ettiğiniz için teşekkür ederiz.

  3. Mütevazi girişin ardından gelen güzel bir analiz. Tebrikler.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Başa dön tuşu